Dünya insan haklarının neresinde?
İnsan hakları, dünyada ve Türkiye’de 20. ve 21. yüzyılların görünürde yükselen değeridir. Buna rağmen toplumumuz, insan haklarına yönelik tutumları ve ihlalleri genelde hassas bir konu olarak görmemekte, ekonomik nitelikli işsizlik, enflasyon gibi konulara karşı daha duyarlı davranmaktadır. Bu yanlış anlayışın da aslında yabana atılır bir tarafı yoktur. İnsan hakları ve demokrasi gibi kavramların refahla, toplumsal zenginlikle, yaşam kalitesiyle sebep sonuç ilişkileri bulunmaktadır.
Vatandaşın toplumda kendi başına kalmaya başladığı bir dünyada, sahip olması gereken hakların nasıl korunacağı konusu felsefi ve kanun koyucu düzeylerinde birçok değerlendirmeye yol açmaktadır. Vatandaşın birey olarak ön plana çıkması ile gündeme gelen yabancılaşma, yalnızlaşma gibi hususlar insan hakları kavramını daha da önemli hale getirmiştir. İnsan hakları kavramının realitesinde de bu gerçeğin önemli bir yeri vardır.
Toplumları yöneten ve sistemleri kuranlar, ancak çok acı tecrübeler yaşandıktan sonra insan hakları gerçeğini kabullenebildiler. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu konudaki en önemli uluslararası metindir. Kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere rağmen insan hakları konusunda çifte standart uygulamaları modern dünyanın en ciddi sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yine sosyal açılardan marjinal kesimlerin varlığı sebebiyle insan hakları kavramı gerekli kuşatıcılığından ve kucaklayıcılığından yıllarca mahrum kalmış, geniş toplum kesimlerince genel bir kabule ulaşamamıştır. Dünyanın birçok yerinde modern Batılı ülkelerin uyguladığı insan hakları ihlallerine gerekçe olarak da marjinal grupların varlığı gösterilmiştir ve gösterilmeye de devam edilmektedir.
İnsan haklarının pozitif hukukça tanınması şimdiye kadar sorunların çözümünde yeterli olmamıştır. Hâlâ savaşlar engellenemiyor, askerî darbelere dur denilemiyor. Hâlâ dünyada binlerce insan, şiddetin ve zulmün kurbanı olurken, koruma mekanizmaları bu kurbanların çok azına ulaşabiliyor.
İki yüzyıldır hukuken yasak olan kölelik bile günümüzde varlığını devam ettiriyor. Kanunların suç saydığı işkence, bizatihi dünyadaki birçok devletin resmî organlarınca gerçekleştiriliyor. Bir devlet tarafından diğer bir devlet ablukaya alınıyor ve burada yaşayan insanlar temel haklarının tamamından yoksun hale getiriliyor.
Burada önemli bir gerçek şudur ki insan hakları ihlallerinin nihai sorumlusu devletlerdir. Çünkü sıradan bir kişi dahi, bir başka kişinin insan haklarına halel getirdiğinde bunu engellemeyen ya da engelleyemeyen devlet, işlevini yerine getiremediği için sorumluluğu yüklenmiş oluyor.
İnsan hakları konusunda Türkiye’ye baktığımızda ise sevindirici gelişmelerin yaşandığına şahit oluyoruz. 2002-2012 yılları arasında geçen on yıllık zaman dilimi, Türkiye tarihindeki demokratikleşme ve insan hakları konusunda en büyük adımların atıldığı dönem olmuştur. On yıllık dönemde demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti ile ilgili gerçekleştirilen reformların bir kısmı anayasa değişikliği şeklinde, diğer kısmı ise kanuni düzenlemelerle olmuştur. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun 2012 yılında kurulması da insan hakları konusunda atılan dev bir adım olmuştur. İnsan Hakları Kurumu’nun insan hakları standardının yükselmesinde katkı sağlayacak, bu alandaki çıtayı yükseltebilecek bir kurum olması ülkemiz açısından bir şanstır.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının verilmesi de bir diğer önemli gelişmedir. Bireysel başvuru hakkının kabulü insan haklarına ilişkin hassasiyetin bir tezahürüdür. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ise gerek Türkiye’deki gerekse diğer ülkelerdeki insan hakları ihlalleri üzerine ciddiyetle gitmektedir. Türkiye’deki sığınmacıların durumundan cezaevlerindeki hak ihlallerine kadar her konu Komisyon gündeminde ele alınıyor.
Bizim temennimiz, dünyanın hangi noktasında olursa olsun, insanların hak ve hukuklarının korunması, insan hakları ihlallerin son bulmasıdır.
Saygılarımla,
Nevzat Pakdil
Kahramanmaraş Milletvekili
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı